SEVGİ ORMANIM

10/03/2009 11:42:00 ÖÖ
Fotoğraf: Benim ormanım. 19/05/2009 Konya


Kendimi bildim bileli ağaçları ve çiçekleri sevmişimdir. Çocukluğumda evimizde her yerde saksılar vardı.Annem her çiçeğe ayrı özen gösterir, komşular akrabalar çiçekleri gördükçe hayran kalırlardı. Kendi çiçekleri olanlar bile bizim evdeki çiçeklerin güzelliğine hayran kalırlardı.Annem hafif bir tebessümle içten içe gururlanırdı çiçekleriyle. Kadınların çoğu hemen bir dalda kendilerine almak isterlerdi.Annem ya saksısıyla verirdi ya da ben sizin için bir tane daha dikeyim biraz büyüteyim vereyim derdi.

Hiç unutamadığım anılarımdan biri de rahmetli dedemle bir tarlada çalışıyorduk.Daha doğrusu o çalışıyor bende yanında oyunlar oynuyordum. Dedemin benim için çok ayrı bir yeri vardı ve her zamanda ayrı bir yeri olacak. Çocukluğumda çoğu gece onun yanında uyurdum. Yatağın duvar kenarına beni yatırırdı.Böylece yataktan düşme korkum olmazdı.Yani gündüzleri dedeme güvendiğim gibi geceleri de dedeme güvenerek rahat rahat uyurdum. Dedemi bir gün ayrı bir yazıda anlatmaya çalışacağım. Oyun oynarken elime ilerideki derenin kenarındaki ağaçlardan kırılmış yeşil bir söğüt dalı geçti. Hemen tarlaya geldim ve dedeme bunu tarlamıza dikmek istediğimi söyledim.Dedemin gösterdiği yere kendi ellerimle diktim. Şansım yaver gitmişti ve bir kaç hafta sonra tarlaya tekrar gittiğimizde dal yemyeşil duruyordu.Dedem "Senin ağaç tutmuş" dedi. Hemen ağacımın yanına gittim ve etrafını küçük taşlarla çepe çevre koruma altına aldım. Yıllar sonra o yeşil dal kocaman bir ağaca dönüştü.O tarlaya her gidişimizde dedem ilk günkü ağaç dikişimizi anlatırdı hep. Bende gururla dinlerdim.

Ortaokul ve lise yıllarımda da her ağaç dikme mevsiminde okulumuzun çevresine ağaç dikerdik.Bazı arkadaşlar kaytarmanın yollarını ararken ben ne kadar çok ağaç dikersem o kadar iyi olur düşüncesiyle koşar adım ağaç dikerdim.Bir ağacı dikip yeni bir fidan aramaya bakardım. Fidan bulamazsam fidan diken bir arkadaşıma yardım etmeye koşardım.

Diyeceğim ağaç ve çiçek sevgisi hatta doğa ve hayvan sevgisi küçüklüğümden beri ailemin verdiği güzel zevklerden birisidir. Üniversite bittiğinde köye gelmiştim ve askere gitmek için günümün gelmesini bekliyordum. O aralar köyün toplam arazi ve ev miktarının hesaplanıp belediyeye bildirilmesi gerekiyordu.Muhtar bunu yapıp yapamayacağımı sordu.Bende kabul ettim ve bir arkadaşımla başladık tarla ve evleri yazmaya. Her aileden bir kişi köy konağında bize ayrılan bir odaya gelip hangi mevkide ne kadar tarlası evi varsa bildirim yapıyor bizde onları formlara geçiriyorduk. Bu iş için parada alıyorduk :) O günün şartlarına göre baya param birikti. Bir yandan da bu parayla neler yapabilirim onu düşünmeye başladım. İlk önce köye bir kütüphane kurmayı düşündüm ve bu konuda muhtarla konuşup bana bir köy odası vermesini istedim.Fakat muhtar bu işe sıcak bakmadı. Kimseden destek bulamadım ve bu proje yattı. Bir gün köy odasında otururken hiç olmazsa bir voleybol sahası yapıp gençleri biraz spora yönlendirebilirim belki düşüncesi ile voleybol sahası yapma fikri geldi. Hemen babamdan arabayı aldım ve ilçeye gittim.Bir tane voleybol topu ve birde file aldım. Köyde daha önce bir araziye atılmış iki tane telefon direği parçası görmüştüm.Onları da alıp köyün hemen kenarındaki bir pınarın yanında bulunan yeşil alana diktim. Fileyi yerleştirdim. Hemen köy kahvesine gittim ve oradaki gençlerden iki takım kurup sahaya geldik ve o günden sonra her gün akşamüstü saat 16,00-20,00 arası sırayla voleybol maçları yaptık.

Bir gün muhtarla sohbet ederken "Bana orman müdürlüğünden ağaç fidanı alabilir misin?" dedim. Muhtar alabileceğini söyledi ama ne için gerektiğini sordu. Sen fidanları al, gerisini düşünme dedim. Bir kaç gün sonra muhtar köy konağındaki odama gelip "Gel aşağıya fidanları arabadan indir" dedi. 115 tane fidan getirmişler. hemen oraya indirdim.Kahvehaneye gidip köy mezarlığına ağaç dikmek isteyenlerin kazma küreğini alarak gelmelerini duyurdum. Ağaçları bir traktöre yükleyip mezarlığa götürdük ve bir kaç gönüllü ile birlikte mezarlığın kenarına sıra halinde diktik. Muhtar işin aslını öğrenince sevindi.Bir hafta sonra yine odama geldi ve yeni fidanlar geldi inin indirin hadi dedi. Koşar adım indim aşağıya.Bu sefer fidan sayısı baya çoktu.İlk anda korktum. Yaklaşık 500 fidan vardı ve bir hafta önce 5-6 kişi baya zorlanmıştık 115 fidanı dikerken.Bu kadar fidanı dikmek baya yorucu olacaktı. Bu fidanları da köyün su deposunun kenarındaki boş araziye dikmeye karar verdim. Sabahtan başlarsak ve gönüllü sayısını artırırsak belki bir günde bitirebilirdik. O gün cumaydı ve cami imamından rica ettim.Sağ olsun imam hutbede ağaç fidanlarının geldiğini ve gönüllü kişilerin yarın sabah su deposuna gelmelerini duyurdu. Akşam da kahvehanede masaları tek tek dolaşarak herkese haber verdim. Bir traktör ayarladım ve fidanları taşıdık. 12 kişiydik. önce traktörle uzun uzun arklar ayarladık ve bu arkların kenarına ağaçları diktik. Güneş tepemize geldiği saatlerde herkes yorulmuştu ve acıkmıştı ama biz hiç yemeği düşünmemiştik. Daha fidanların yarısı duruyordu.Traktörün sahibi arkadaşa biraz para verdim ve bakkaldan zeytin, peynir, domates, salatalık vb. şeyler 8-10 tanede ekmek alıp gelmesini rica ettim.Biraz para verdim.Sağ olsun yarım saat içinde soframız hazırdı. :) Güzel bir piknik yapmış olduk. Tüm fidanları diktiğimizde saat 17,00 civarındaydı. O aralar sık sık uğrar fidanların bakımını yapardım. Daha sonra askerlik, başka bir şehirde iş kurma ve yeni bir yaşam telaşı derken bir süre fidanlarla ilgilenemedim. Bir gün babam gelmişti köyden. Su deposunun oraya fidan mı diktin sen dedi.Evet dedim, arkadaşlarla birlikte dikmiştik. Babam, muhtar ve bir kaç arkadaşları daha o tarafa doğru gezerlerken muhtar fidanları gösterip benim eserim olduğunu söylemiş ve babam o sayede öğrenmiş. Hemen fidanları sordum.Babam baya büyümüş ve güzelleşmiş olduklarını söyledi. Çok mutlu olmuştum.Bir an önce görmek istedim o an ağaçları.İlk fırsatta da köye gidip fidanları gördüm ve bir sürü resmini çektim. Çocuklarımı da götürdüm ormanıma .O artık bizim ormanımızdı. Daha sonra her köye gidişimizde mutlaka ormanımıza uğrar olduk. Diğer resimlerini de buraya koymaya çalışacağım.

Bu orman kendi adıma yaptığım en güzel işlerden biridir ve iyi ki o ağaçları dikmişim derim her zaman.Sizlere de tavsiyem bu hayatta iyi bir şeyler yapmak istiyorsanız mutlaka bir ağaç dikin.Dikili bir ağacınız olsun. Benim dikili bir sürü ağacım var hatta küçükte olsa bir ormanım var. :)

    
SEVGİ ORMANIM
    
SEVGİ ORMANIM
Çorak toprakta ormanım oldun 
Yağmur oldun yağdın ormanıma. 
Seninle filizlendi,yeşerdi, 
Seninle boy attı sevgi ormanım. 

 Nefesim oldun hayat verdin 
Hayatıma tarifsiz tat verdin. 
Anlam kattın,duygu kattın yaşamıma, 
Senin sevginle yeşerdi ormanım.  

Esasında zorlukların adı sevgidir. 
Sevgi suyunla büyüdü aşkım. 
Gül oldu,karanfil,menekşe oldu, 
Çiçek oldu,sevgi oldu ormanım.  

Sakın susuz bırakma kurutma. 
Senin sevgine ihtiyacı var. 
Bu yaşam bizim,ikimizin. 
Beraberliğimizle güzelleşecek ormanım.
Read On 1 yorum

DEMİR ATTIM YALNIZLIĞA - Ebru Gündeş

10/03/2009 11:35:00 ÖÖ
Fotoğraf: Güneşin doğuşu batışı farksız. 19/05/2009 Konya
Demir Attım Yalnızlığa - Ebru Gündeş

Sessiz bir köşede, her şeyden uzak;
Meçhul yarınlara terk edilmisim
Dostluklar yalanmış, sevgiler tuzakmış
Tuzak
Hayret yanılmışım, yalnızım simdi
Oysa mutluluğu hayal etmiştim
Gidenler unutmuş, aşkları yalanmış
Yalan

Günesin doğuşu, batışı farksız
Nasıl yaşanırsa yaşarım ben aşksız

Demir attım yalnızlığa
Bir hasret denizinde
Ve şimdi hayallerim o günlerin izinde
Yüreğimde duygular, ümitlerim nerede?

Söyle bir düşünüp her şeyi birden
Neden anıları bitirmeyişim
Yalanmış sevgiler, kalbimden uzakmış
Uzak
Boşa beklemişim yollara bakıp
Kurak topraklara umutlar ekmişim
Arzular avuttu, gördüğüm hayalmiş
Hayal

Günesin doğuşu, batışı farksız
Nasıl yaşanırsa yaşarım ben aşksız

Demir attım yalnızlığa
Bir hasret denizinde
Ve şimdi hayallerim o günlerin izinde
Yüreğimde duygular, ümitlerim nerede?
Read On 0 yorum

GURURU YENEMEDİK - Eylem Aktaş

10/03/2009 11:19:00 ÖÖ

GURURU YENEMEDİK

Yenemedik gururu yenemedik
Daha düşemedik biz aşka
Bilemedik geçmişi silemedik
Daha gelemedik biz aşka
Aşka izin ver tanısın yüzünü erisin gözyaşlarım düşsünn bırak
Demir yüreğim dinlenecek görecek suretini yüreğinde
Sen benden geçsen de olur
Ahh vazgeçsende bu canda durur
Aşk bekler gururuna yol ver
Sevdam yakar yanar bu şehirler
Bırak ne olur gözyaşım yüzümü bulur
Sevdan izim olsun
Yolunu bulurum karışır deli sulara
Aşsın bırak akar yüreğim
Ah sel olur dokunur yar senin yüreğine
Sığındığım kıyılarına
Ah derman ol yaralarıma
Aşk bekler gururuna yol ver
Sevdam yakar yanar bu şehirler …”
Bırak ne olur gözyaşım yüzümü bulur


Read On 0 yorum

SU VE ÇİÇEĞİN AŞKI

10/02/2009 05:35:00 ÖS
Fotoğraf: Uğur böceğinin aşkı 22/07/2008 Konya


SU VE ÇİÇEĞİN AŞKI
Günün birinde bir çiçekle su karşılaşır ve arkadaş olurlar.İlk önceleri arkadaşlık olarak devam eder bu durum.

Tabiki zaman lazımdır birbirlerini tanımaları için.
Gel zaman, git zaman çiçek o kadar mutlu olur ki mutluluktan içi içine sığmaz artık ve anlarki suya aşık olmuştur.

İlk kez aşık olan çiçek, etrafa kokular saçar. Sırf senin aşkın için ey su der!

Öyle zaman gelir ki; artık suda içinde çiçeğe karşı birşeyler hissetmeye başlar, zannederki çiçeğe aşık oldum.
Ama suda ilk defa aşık oluyordur.
Günler ve aylar birbirini kovalar ve çiçek acaba su beni sevmiyor mu diye düşünmeye başlar, çünkü su pek ilgilenmiyordur çiçekle.
Halbuki çiçek alışkın değildir böyle bir sevgiye ve dayanamaz;

Çiçek suya "
seni seviyorum" der,
Su da "
bende seni seviyorum" der.

Aradan zaman geçer ve çiçek yine suya "seni seviyorum" der,
su sabırla "bende" der.

çiçek sabırlıdır.
bekler...bekler...bekler..
Artık öyle bir duruma gelirki; çiçek koku saçamaz artık etrafa,
ve son kez suya "seni seviyorum" der,
suda söyledim ya; "bende seni seviyorum" der.
Ve gün gelir, çiçek yataklara düşer, hastalanmıştır çiçek artık.
Rengi solmuş, çehresi sararmıştır çiçeğin.
Yataklardadır artık çiçek.

Su da başında bekler çiçeğin, yardımcı olmak için dostuna.
Bellidirki çiçek ölecektir ve son kez zorlukla başını döndürerek çiçek
suya derki;
"Ben seni gerçekten seviyorum"

Çok hüzünlenir su bu durum karşısında ve son çare olarak bir doktor çağırır.
Nedir sorun diye, doktor gelir ve muayene eder çiçeği.

Muayeneden sonra şöyle der doktor:
"Hastanın durumu ümitsiz artık, elimizden bir şey gelmez."
Su merak eder, sevgilisinin ölümüne sebep olan hastalık nedir diye,
ve sorar doktora hastalığı nedir diye.
Doktor yukarıdan aşağıya bir bakar suya ve derki;

"Çiçeğin bir hastalığı yok dostum, bu çiçek sadece susuz kalmış, ölümü onun için!"

VE ANLAR Kİ SU ARTIK,

SEVGİLİYE SADECE "SENİ SEVİYORUM "
YETMEMEKTEDİR...
Read On 0 yorum

KÖR OLASI ÇÖPÇÜLER

10/02/2009 02:25:00 ÖS

ÇÖPÇÜLER

Aşktan yana şansım yok
Ağlıyorum derdim çok
Aşkımı kaybetmişim
Sordum sordum bulan yok

Dün gece çok aradım
Aradım bulamadım
Kör olası çöpçüler
Aşkımı süpürmüşler

Sokaklarda ne ararsın
Beni kimden sorarsın
Ben düştüm aşk ateşine
Sende düşme yanarsın
Read On 0 yorum

RUHLARIMIZ GERİDE KALDI

10/02/2009 02:18:00 ÖS
Fotoğraf: Ruhunu dinlendir. 02/10/2009 Antalya


RUHLARIMIZ GERİDE KALDI

Afrika " nın balta ve ağaç kesme motorları girmemiş bölgelerinde kayıp bir şehrin izini kovalayan arkeologlar kendilerine yardımcı olmaları için yerlilerle anlaşırlar.

Bir gün karşılarına bir şehre dair bir iz çıkar ve aceleyle kamp yaptıkları yerden fırlarlar. Eşyaları taşıyan yerliler ise " anlamsız " bir biçimde yerlerinde beklemektedirler.

Geri dönen arkelologlar yerlilere " aceleleri olduğunu , çabuk hareket etmeleri " gerektiğini söylerler. Yerliler cevap vermez ve sessizce beklemektedirler.Arkeologlar telaş içinde kalmışken " niçin beklediklerini " sorarlar..Yerlilerden biri cevap verir:" RUHLARIMIZ GERİDE KALDI "
Read On 0 yorum

YORULDUM ANNE, ANNE

10/02/2009 02:07:00 ÖS

YORULDUM ANNE

Birtek sen anlarsın benim halimden,
Genç yaşta tükendim yoruldum anne.
İsyan ırmağında aktım yıllarca,
Sabır havuzunda duruldum anne

Kaç bahçeye baktım gül bulamadım,
Çıkmaza girdim yol bulamadım,
Düşerken tutacak dal bulamadım,
Sonunda yılana sarıldım anne.

İstesemde artık gülemiyorum,
Sebebini bende bilemiyorum,
Kendimle Barışık olamıyorum,
Kırıldım bir kere kırıldım anne.

Coşkun Arslan
Read On 0 yorum

Vasiyet

10/02/2009 02:03:00 ÖS
Fotoğraf: Mezar 02/10/2009 Antalya


Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni
ve de uyarına gelirse,
tepemde bir de çınar olursa
taş maş da istemez hani...
Read On 0 yorum

Herşey Sensin

10/02/2009 01:41:00 ÖS
Fotoğraf: Elim ayağım her şeyim sensin. 02/10/2009 Antalya

Herşey Sensin - Yalın


Koydum sevinçlerimi önüme...  
Baktım hepsi sensin!... 
Yazdığım şiirlerin her hecesi... 
 Üzüldüğüm tüm filmler...   
Yıpranmamış hayatlar büyük hüzünler bekler...
 Her işte bir hayır bu işte hepsi sensin!... 
 Şimdi senden vaz mı geçmeli??.. 
Masal olup yola devam mı etmeli??.. 
Ben kalpten sorumlu... 
Aşka sorunluydum anladım herşey sensin!...  
Şimdi senden vaz mı geçmeli??.. 
Masal olup yola devam mı etmeli??..  
Ben kalpten sorumlu... 
Aşka sorunluydum anladım herşey sensin!...

Read On 0 yorum

40 Kural

10/01/2009 04:35:00 ÖS

"Her badireden ve tecrübeden sonra, hiç bir kitapta yazılı olmayan, sadece can defterime nakşedilmiş kurallara bir yenisini daha ekledim. Bunlara bir ad verdim " Gönlü Geniş Ve Ruhu Gezgin Sufi Meşreplilerin Kırk Kuralı"
Bu kurallar benim için tabiat kanunları kadar evrensel, onlar kadar temeldir. Bu kuralların kırkını birden tamama erdirmek uzun senelerimi aldı. Nicelerini silip silip yeniden yazdım. Şimdi artık eklenecek ne bir virgül kaldı ne nokta. Ne bir harf, ne yeni bir kelime. Artık kırk kural da bittiğine göre, ömrü hayatımın son faslındayım."

Birinci Kural:

Yaradanı hangi kelimerle tanımladığımız, kendimizi nasıl gördüğümüze ayna tutar. Şayet Tanrı dendi mi öncelikle korkulacak, utanılacak bir varlık geliyorsa aklına, demek ki sen de korku ve utanç içindesin çoğunlukla. Yok eğer, Tanrı dendi mi evvela aşk, merhamet ve şefkat anlıyorsan, sende de bu vasıflardan bolca mevcut demektir.

İkinci Kural:

Hak Yolu’nda ilerlemek yürek işidir, akıl işi değil. Kılavuzun daima yüreğin olsun, omzun üstündeki kafan değil. Nefsini bilenlerden ol, silenlerden değil!

Üçüncü Kural:

Kuran dört seviyede okunabilir. İlk seviye zahiri manadır. Sonraki batıni mana. Üçüncü batıninin batınisidir. Dördüncü seviye o kadar derindir ki kelimeler kifayetsiz kalır tarif etmeye.

Dördüncü Kural:

Kâinattaki her zerrede Allah’ın sıfatlarını bulabilirsin, çünkü O camide, mescitte, kilisede, havrada değil, her an her yerdedir. Allah’ı görüp yaşayan olmadığı gibi, O’nu görüp ölen de yoktur. Kim O’nu bulursa, sonsuza dek O’nda kalır.

Beşinci Kural:

Aklın kimyası ile aşkın kimyası başkadır. Akıl temkinlidir. Korka korka atar adımlarını. “Aman sakın kendini” diye tembihler. Hâlbuki aşk öyle mi? Onun tek dediği : “Bırak kendini, ko gitsin!” Akıl kolay kolay yıkılmaz. Aşk ise kendini yıpratır, harap düşer. Hâlbuki hazineler ve defineler yıkıntılar arasında olur. Ne varsa harap bir kalpte var!

Altıncı Kural:

Şu dünyadaki çatışma, önyargı ve husumetlerin çoğu dilden kaynaklanır. Sen sen ol, kelimelere fazla takılma. Aşk diyarında dil zaten hükmünü yitirir. Aşık dilsiz olur.

Yedinci Kural:

Şu hayatta tek başına inzivada kalarak, sadece kendi sesinin yankısını duyarak, Hakikat’i keşfedemezsin. Kendini ancak bir başka insanın aynasında tam olarak görebilirsin.

Sekizinci Kural:

Başına ne gelirse gelsin, karamsarlığa kapılma. Bütün kapılar kapansa bile, sonunda O sana kimsenin bilmediği gizli bir patika açar. Sen şu anda göremesen de, dar geçitler ardında nice cennet bahçeleri var. Şükret! İstediğini elde edince şükretmek kolaydır. Sufi, dileği gerçekleşmediğinde de şükredebilir.

Dokuzuncu Kural:

Sabretmek öylece durup beklemek değil, ileri görüşlü olmak demektir. Sabır nedir? Dikene bakıp gülü, geceye bakıp gündüzü tahayyül edebilmektir. Allah âşıkları sabrı gülbeşeker gibi tatlı tatlı emer, hazmeder. Ve bilirler ki, gökteki ayın hilalden dolunaya varması için zaman gerekir.

Onuncu Kural:

Ne yöne gidersen git, -Doğu, Batı, Kuzey ya da Güney- çıktığın her yolculuğu içine doğru bir seyahat olarak düşün! Kendi içine yolculuk eden kişi, sonunda arzı dolaşır.

On Birinci Kural:

Ebe bilir ki sancı çekilmeden doğum olmaz, ana rahminden bebeğe yol açılmaz. Senden yepyeni ve taptaze bir “sen” zuhur edebilmesi için zorluklara, sancılara hazır olman gerekir.

On İkinci Kural:

Aşk bir seferdir. Bu sefere çıkan her yolcu, istese de istemese de tepeden tırnağa değişir. Bu yollara dalıp da değişmeyen yoktur.

On Üçüncü Kural:

Şu dünyada semadaki yıldızlardan daha fazla sayıda sahte hacı hoca şeyh şıh var. Hakiki mürşit seni kendi içine bakmaya ve nefsini aşıp kendindeki güzellikleri bir bir keşfetmeye yönlendirir. Tutup da ona hayran olmaya değil.

On Dördüncü Kural:

Hakk’ın karşına çıkardığı değişimlere direnmek yerine, teslim ol. Bırak hayat sana rağmen değil, seninle beraber aksın. “Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir” diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?

On Beşinci Kural:

Allah, içte ve dışta her an hepimizi tamama erdirmekle meşguldur. Tek tek herbirimiz tamamlanmamış bir sanat eseriyiz. Yaşadığımız her hadise, atlattığımız her badire eksiklerimizi gidermemiz için tasarlanmıştır. Rab noksanlarımızla ayrı ayrı uğraşır çünkü beşeriyet denen eser, kusursuzluğu hedefler.

On Altıncı Kural:

Kusursuzdur ya Allah, O’nu sevmek kolaydır. Zor olan hatasıyla sevabıyla fani insanları sevmektir. Unutma ki kişi bir şeyi ancak sevdiği ölçüde bilebilir. Demek ki hakikaten kucaklamadan ötekini, Yaradan’dan ötürü yaratılanı sevmeden, ne layıkıyla bilebilir, ne layıkıyla sevebilirsin.

On Yedinci Kural:

Esas kirlilik, dışta değil içte, kisvede değil, kalpte olur. Onun dışındaki her leke ne kadar kötü görünürse görünsün, yıkandı mı temizlenir, suyla arınır. Yıkamakla çıkmayan tek pislik kalplerde yağ bağlamış haset ve art niyettir.

On Sekizinci Kural:

Tüm kainat olanca katmanları ve karmaşasıyla insanın içinde gizlenmiştir. Şeytan, dışımızda bizi ayartmayı bekleyen korkunç bir mahluk değil, bizzat içimizde bir sestir. Şeytanı kendinde ara; dışında, başkalarında değil. Ve unutma ki nefsini bilen Rabbini bilir. Başkalarıyla değil, sadece kendiyle uğraşan insan, sonunda mükafat olarak Yaradan’ı tanır.

On Dokuzuncu Kural:

Başkalarından saygı, ilgi ya da sevgi bekliyorsan, önce sırasıyla kendine borçlusun bunları. Kendini sevmeyen birinin sevilmesi mümkün değildir. Sen kendini sevdiğin halde dünya sana diken yolladı mı, sevin. Yakında gül yollayacak demektir.

Yirminci Kural:

Yolun ucunun nereye varacağını düşünmek beyhude bir çabadan ibarettir. Sen sadece atacağın ilk adımı düşünmekle yükümlüsün. Gerisi zaten kendiliğinden gelir.

Yirmi Birinci Kural:

Hepimiz farklı sıfatlarla sıfatlandırıldık. Şayet Allah herkesin tıpatıp aynı olmasını isteseydi, hiç şüphesiz öyle yapardı. Farklılıklara saygı göstermemek, kendi doğrularını başkalarına dayatmaya kalkmak, Hakk’ın mukaddes nizamına saygısızlık etmektir.

Yirmi İkinci Kural:

Hakiki Allah Aşığı bir meyhaneye girdi mi orası ona namazgah olur. Ama bekri aynı namazgaha girdi mi orası ona meyhane olur. Şu hayatta ne yaparsak yapalım, niyetimizdir farkı yaratan, suret ile yaftalar değil.

Yirmi Üçüncü Kural:

Yaşadığımız hayat elimize tutuşturulmuş rengarenk ve emanet bir oyuncaktan ibaret. Kimisi oyuncağı o kadar ciddiye alır ki, ağlar, perişan olur onun için. Kimisi eline alır almaz şöyle bir kurcalar oyuncağı, kırar ve atar. Ya aşırı kıymet verir, ya kıymet bilmeyiz. Aşırılıklardan uzak dur. Sufi ne ifrattadır ne tefritte. Sufi daima orta yerde...

Yirmi Dördüncü Kural:

Madem ki insan eşrefi-i mahlukattır, yani varlıkların en şereflisi, attığı her adımda Allah’ın yeryüzündeki halifesi olduğunu hatırlayarak, buna yakışır soylulukta hareket etmelidir. İnsan yoksul düşse, iftiraya uğrasa, hapse girse, hatta esir olsa bile, gene başı dik, gözü pek, gönlü emin bir halife gibi davranmaktan vazgeçmemelidir.

Yirmi Beşinci Kural:

Cenneti ve cehennemi illa ki gelecekte arama. İkisi de şu an burada mevcut. Ne zaman birini çıkarsız, hesapsız ve pazarlıksız sevmeyi başarsak, cennetteyiz aslında. Ne vakit birileriyle kavgaya tutuşsak; nefrete, hasede ve kine bulaşsak, tepetaklak cehenneme düşüveririz.

Yirmi Altıncı Kural:

Kainat yekvücut, tek varlıktır. Herkes ve her şey görünmez iplerle birbirine bağlıdır. Sakın kimsenin ahını alma; bir başkasının, hele hele senden zayıf olanın canını yakma. Unutma ki dünyanın öte ucunda tek bir insanın kederi, tüm insanlığı mutsuz edebilir. Ve bir kişinin saadeti, herkesin yüzünü güldürebilir.

Yirmi Yedinci Kural:

Şu dünya bir dağ gibidir, ona nasıl seslenirsen o da sana sesleri öyle aksettirir. Ağzından hayırlı bir laf çıkarsa, hayırlı laf yankılanır. Şer çıkarsa, sana gerisin geri şer yankılanır. Öyleyse kim ki senin hakkında kötü konuşur, sen o insan hakkında kırk gün kırk gece sadece güzel sözler et. Kırk günün sonunda göreceksin her şey değişmiş olacak. Senin gönlün değişirse, dünya değişir.

Yirmi Sekizinci Kural:

Geçmiş, zihinlerimizi kaplayan bir sis bulutundan ibaret. Gelecek ise başlı başına bir hayal perdesi. Ne geleceğimizi bilebilir, ne geçmişimizi değiştirebiliriz. Sufi daima şu an’ın hakikatini yaşar.

Yirmi Dokuzuncu Kural:

Kader, hayatımızın önceden çizilmiş olması demek değildir. Bu sebepten, “ne yapalım kaderimiz böyle” deyip boyun bükmek cehalet göstergesidir. Kader yolun tamamını değil, sadece yol ayrımlarını verir. Güzergah bellidir ama tüm dönemeç ve sapaklar yolcuya aittir. Öyleyse ne hayatının hakimisin, ne de hayat karşısında çaresizsin.

Otuzuncu Kural:

Hakiki Sufi öyle biridir ki, başkaları tarafından kınansa, ayıplansa, dedikodusu yapılsa, hatta iftiraya uğrasa bile, o ağzını açıp da kimse hakkında tek kelime kötü laf etmez. Sufi kusur görmez. Kusur örter.

Otuz Birinci Kural:

Hakk’a yakınlaşabilmek için kadife gibi bir kalbe sahip olmalı. Her insan şu veya bu şekilde yumuşamayı öğrenir. Kimi bir kaza geçirir, kimi ölümcül bir hastalık; kimi ayrılık acısı çeker, kimi maddi kayıp... Hepimiz kalpteki katılıkları çözmeye fırsat veren badireler atlatırız. Ama kimimiz bundaki hikmeti anlar ve yumuşar; kimimiz ise, ne yazık ki daha da sertleşerek çıkar.

Otuz İkinci Kural:

Aranızdaki bütün perdeleri tek tek kaldır ki, Tanrı’ya saf bir aşkla bağlanabilesin. Kuralların olsun ama kurallarını başkalarını dışlamak yahut yargılamak için kullanma. Bilhassa putlardan uzak dur, dost. Ve sakın kendi doğrularını putlaştırma! İnancın büyük olsun ama inancınla büyüklük taslama!

Otuz Üçüncü Kural:

Bu dünyada herkes bir şey olmaya çalışırken, sen HİÇ ol. Menzilin yokluk olsun. İnsanın çömlekten farkı olmamalı. Nasıl ki çömleği tutan dışındaki biçim değil, içindeki boşluk ise, insanı ayakta tutan da benlik zannı değil, hiçlik bilincidir.

Otuz Dördüncü Kural:

Hakk’a teslimiyet ne zayıflık ne edilgenlik demektir. Tam tersine, böylesi bir teslimiyet son derece güçlü olmayı gerektirir. Teslim olan insan çalkantılı ve girdaplı sularda debelenmeyi bırakır; emin bir beldede yaşar.

Otuz Beşinci Kural:

Şu hayatta ancak tezatlarla ilerleyebiliriz. Mümin içindeki münkirle tanışmalı, Tanrı’ya inanmayan kişi ise içindeki inananla. İnsan-ı Kamil mertebesine varana kadar gıdım gıdım ilerler kişi. Ve ancak tezatları kucaklayabildiği ölçüde olgunlaşır.

Otuz Altıncı Kural:

Hileden, desiseden endişe etme. Eğer birileri sana tuzak kuruyor, zarar vermek istiyorsa, Tanrı da onlara tuzak kuruyordur. Çukur kazanlar, o çukura kendileri düşer. Bu sistem karşılıklar esasına göre işler. Ne bir katre hayır karşılıksız kalır, ne bir katre şer. O’nun bilgisi dışında yaprak bile kıpırdamaz. Sen sadece buna inan!

Otuz Yedinci Kural:

Tanrı kılı kırk yararak titizlikle çalışan bir saat ustasıdır. O kadar dakiktir ki sayesinde her şey tam zamanında olur. Ne bir saniye erken, ne bir saniye geç. Her insan için bir aşık olma zamanı vardır, bir de ölmek zamanı.

Otuz Sekizinci Kural:

“Yaşadığım hayatı değiştirmeye, kendimi dönüştürmeye hazır mıyım?” diye sormak için hiçbir zaman geç değil. Kaç yaşında olursak olalım, başımızdan ne geçmiş olursa olsun, tamamen yenilenmek mümkün. Tek bir gün bile öncekinin tıpatıp tekrarıysa, yazık. Her an her nefeste yenilenmeli. Yepyeni bir yaşama doğmak için ölmeden önce ölmeli.

Otuz Dokuzuncu Kural:

Noktalar sürekli değişse de bütün aynıdır. Bu dünyadan giden her hırsız için bir hırsız daha doğar. Ölen her dürüst insanın yerini bir dürüst insan alır. Hem bütün hiçbir zaman bozulmaz, her şey yerli yerinde kalır, merkezinde.. . Hem de bir günden bir güne hiçbir şey aynı olmaz. Ölen her Sufi için bir Sufi daha doğar.

Kırkıncı Kural:

Aşksız geçen bir ömür beyhude yaşanmıştır. Acaba ilahi aşk peşinde mi koşmalıyım mecazi mi, yoksa dünyevi, semavi ya da cismani mi diye sorma! Ayrımlar ayrımları doğurur. AŞK’ın ise hiçbir sıfata ve tamlamaya ihtiyacı yoktur. Başlı başına bir dünyadır aşk. Ya tam ortasındasındır, merkezinde, ya da dışındasındır, hasretinde.

( Tebriz' li Şems )

Read On 0 yorum

CENAZE NAMAZI

10/01/2009 04:31:00 ÖS

CENAZE NAMAZI

-Buyurun cenaze namazına, dediler
“Şart mı?” dedim
-Şart.
Ben abdest almayı bilmem dedim
-Gerek yok, dediler
“Namazda bilmem” dedim
-Önemli değil, dediler
“Ben gelmezsem olmaz mı?” dedim.
-Asıl sen gelmezsen olmaz, dediler.

Emrah Gürsu


Salyangozların cenaze namazı-29/09/2009 Antalya

Read On 0 yorum

MEVLANA

10/01/2009 04:25:00 ÖS

AYIN ARDINDAN GELEN GÜNEŞ

Şam'da Mevlana'yı ve babası Bahaeddin Veled'i karşılayan İbn Arabi': 'Hayret! Bir bir Güneş bir ayın arkasından yürüyor der. '.

Demedim mi?

Oraya gitme demedim mi sana,
seni yalnız ben tanırım demedim mi?
Demedim mi bu yokluk yurdunda hayat çeşmesi ben'im?

Bir gün kızsan bana,
alsan başını,
yüz bin yıllık yere gitsen,
dönüp kavuşacağın yer ben'im demedim mi?

Demedim mi şu görünene razı olma,
demedim mi sana yaraşır otağı kuran ben'im asıl,
onu süsleyen, bezeyen ben'im demedim mi?

Ben bir denizim demedim mi sana?
Sen bir balıksın demedim mi?
Demedim mi o kuru yerlere gitme sakın,
senin duru denizin ben'im demedim mi?

Kuşlar gibi tuzağa gitme demedim mi?
Demedim mi senin uçmanı sağlayan ben'im,
senin kolun kanadın ben'im demedim mi?

Demedim mi yolunu vururlar senin,
demedim mi soğuturlar seni.
Oysa senin ateşin ben'im,
sıcaklığın ben'im demedim mi?

Türlü şeyler derler sana demedim mi?
Kötü huylar edinirsin demedim mi?
Ölmezlik kaynağını kaybedersin demedim mi?
Yani beni kaybedersin demedim mi?

Söyle, bunları sana hep demedim mi?

Mevlana Celaleddin Rumi

Read On 0 yorum

Ö L Ü M S Ü Z K I R M I Z I G Ü L L E R

10/01/2009 04:12:00 ÖS


Kan rengi, kıpkırmızı güllere bayılırdı. Zaten onlarla adaştı da Kocasının sevgili Rose idi...Her Sevgililer Gününde kapısının önünde bulduğu enfes fiyonklarla süslü kucak dolusu kırmızı güllerle kutlardı. Hiç aksamadan. Hatta, eşini kaybettiği yıl dahi kapısı çalınmış, gülleri kucağına bırakılmışıtı.Tıpkı geçmişte olduğu gibi, küçük bir kartla birlikte. Her yıl güllere iliştirdigi karta ayni cümleleri yazardı : "Seni bu sene, geçen senekinden daha çok seviyorum." Birden, bunların son gülleri oldugunu düsündü. Önceden ısmarlamış olmalıydı. Öleceğini nasıl bilebilirdi? Zaten her şeyi önceden planlamayı ve yapmayı severdi.Gülleri özenle içeri taşıdı. Saplarını kesti, vazoya yerleştirdi.Vazoyu da konsolun üzerine, eşinin kendisine, gülümseyen fotoğrafının yanına koydu. Orada kocasının koltuğunda oturup saatlerce gülleri ve fotografı seyretti. Sessizce... Bitmek bilmeyen bir yıl geçti. Yapayanlız ve hüzün dolu bir yıl...Sonra bir sabah kapı çalındı. Tıpkı eski günlerde olduğu gibi kıpkırmızı gülleri, üzerinde küçük kartıyla birlikte eşikteydi. Sevgililer Günü'nü kutluyordu. Gülleri içeri aldı. Saşkınlık içinde doğru telefona gitti. Çiçekçi dükkanını aradı.Onu bu kadar üzmeye kimin ne hakkı vardi? Biliyorum dedi, çiçekçi. Eşinizi geçen yıl kaybettiniz. Telefon edeceğinizi de biliyordum. Bugün size yolladığım gülleri çok önceden ısmarlayıp, parasını da ödemişti. Hep öyle yapardı zaten. Hiç şansa bırakmazdı. Dosyamda talimat var. Bu çiçekleri size her yıl yollayacağım. Bir de özel kart vardı. Kendi el yazısıyla. Bilmeniz gerek diye düşünüyorum. Ölümünden sonra çiçeklere iliştirmemi istedigi kart. Rose hıçkırıklar arasında teşekkür ederek telefonu kapadı . Parmakları titreyerek zarfı açtı."Merhaba sevgilim" diye başlıyordu kart. "Bir yıldır ayrıyız. Umarım senin için çok zor olmamıştır. Yalnızlığını ve acılarını hissedebiliyorum. Giden sen,kalan ben olsaydim neler çekerdim, kim bilir ? Sevgi paylaşıldığında yaşamın tadına doyum olmuyor. Seni kelimelerle anlatılamayacak kadar çok sevdim. Harika bir eştin. Dostum, sevgilim, benim. Sadece bir yıldır ayrıyız. Kendini bırakma. Ağlarken bile mutlu olmanı istiyorum. Onun için bundan sonraki yıllarda güller hep kapımızda olacak.Onları kucağına aldığında paylaştığımız mutluluğu ve kutsandığımızı düşün. Seni hep sevdim.Her zaman da sevecegim. Ama yaşamalısın. Devam etmelişin. Lütfen mutluluğu yeniden yakalamaya çalıp. Kolay değil, biliyorum ama bir yolunu bulacağına eminim. Güller, senin kapıyı açmadığın güne dek gelmeye devam edecek. O gün çiçekçi beş ayrı zamanda gelip kapıyı çalacak, eve dönüp dönmediğini kontrol edecek. Beşinciden sonra emin olarak gülleri ona verdigim yeni adrese getirip seninle yeniden ve ebediyen kavuştuğumuz yere bırakacak."


Kırmızı güller - 01-10-2009 Antalya

Read On 0 yorum

KIRGINIM

10/01/2009 04:00:00 ÖS
Ne olur yanıma kimse gelmesin, En yakın dotuma bile dargınım,


Kırgın pota-01-10-2009 -Antalya
Read On 0 yorum

HANGİMİZ DAHA GÜZEL

10/01/2009 03:57:00 ÖS
Read On 0 yorum

TANRIÇANIN SAYGI DURUŞU

10/01/2009 03:55:00 ÖS
YORUMSUZ
Read On 0 yorum

SÜT ANNE

10/01/2009 03:51:00 ÖS
Yaban hurmasının kesilen kuru dalları arasına yerleşmiş iki tane incir fidanı. Sanki hurma ağacı gövdesinde incir fidanlarını emziriyor gibi olmuş.
Read On 0 yorum

YARALI AĞAÇ

10/01/2009 03:47:00 ÖS

KANIM AKIYOR
CANIM YANIYOR
Read On 0 yorum

SANA BAKMAK - YILMAZ ERDOĞAN

10/01/2009 03:41:00 ÖS

SANA BAKMAK

Her şey yapılabilir
bir beyaz kağıtla
uçak örneğin uçurtma mesela
altına konulabilir
bir ayağı ötekinden kısa olduğu için
sallanan bir masanın
veya şiir yazılabilir
süresi ötekilerden kısa
bir ömür üzerine.

bir beyaz kağıda
her şey yazılabilir
senin dışında
güzelliğine benzetme bulmak zor
sen iyisi mi sana benzemeye çalışan
her şeyden
bir gülden bir ilk bir sonbahardan sor
belki tabiattadır çaresi
senin bir çiçeğe bu kadar benzemenin
ve benim
bilinci nasırlı bir bahçıvan çaresizliğim
anlarım bitkiden filan
ama anlatamam
toprağın güneşle konuşmasını
sana çok benzeyen bir çiçek yoluyla

sen bana ışık ver yeter
bende filiz çok
köklerim içimde gizlidir
gelen giden açan soran bere budak yok
bir şiir istersin
“içinde benzetmeler olan”
kusura bakma sevgilim
heybemde sana benzeyecek kadar
güzel bir şey yok

uzun bir yoldan gelen
tedariksiz katıksız bir yolcuyum
yaralı yarasız sevdalardan geçtim
koynumda bir beyaz kağıt boşluğu
her şeyi anlattım
olan olmayan acıtan sancıtan
bilsem ki sana varmak içindi
bütün mola sancıları
bütün stabilize arkadaşlıklar
daha hızlı koşardım
severadım gelirdim
gözlerinin mercan maviliğine

sana bakmak
suya bakmaktır
sana bakmak
bir mucizeyi anlamaktır

sağa sola bakmadan yürüdüğüm yollar tanıktır
aşk sorgusunda şahanem
yalnız kelepçeler sanıktır
ne yazsam olmuyor
çünkü bilenler hatırlar
hem yapılmış hem yapma çiçek satanlar
bahçıvanlar değil tüccarlardır
sen öyle göz
sen öyle toprak ve güneş ortaklığı
sen teninde cennet kayganlığı iken
sana şiir yazmak ahmaklıktır

bir tek söz kalır
dişlerimin arasından
ben sana gülüm derim
gülün ömrü uzamaya başlar

verdiğim bütün sözler
sende kalsın isterim
ben sana gülüm derim
gül sana benzediği için ölümsüz
yazdığım bütün şiirler
sana başlayan bir kitap için önsöz

sana bakmak
bir beyaz kağıda bakmaktır
her şey olmaya hazır
sana bakmak
suya bakmaktır
gördüğün suretten utanmak
sana bakmak
bütün rastlantıları reddedip
bir mucizeyi anlamaktır
sana bakmak
allah’a inanmaktır

Read On 0 yorum

İHTİYARLIK

10/01/2009 03:32:00 ÖS

YAVAŞ YAVAŞ ÖLÜYORUM
Read On 0 yorum

TANRIÇALAR VE JAPON GÜLÜ

10/01/2009 03:08:00 ÖS
TANRIÇALAR VE JAPON GÜLÜ
Read On 0 yorum

SIRAT KÖPRÜSÜ

10/01/2009 02:32:00 ÖS

Bir yanım cehennem bir yanım cennet 
Bir yanda yokluk var bir yanım hasret 

Read On 0 yorum

ZAKKUM

10/01/2009 02:06:00 ÖS

Güneş yakmıyor hasretin kadar

Sahilde dalga gönlümde sen var

Gülmüyor yüzüm her yanım hüzün

Tadı yok yazın eskisi kadar



Pembe ve beyaz

Mahsunca biraz

Açılmış bu yaz

Zakkum çiçekleri



Mehtap ve deniz

Sensiz kimsesiz

Ağlıyor sessiz

Zakkum çiçekleri



Hep aynı yerde yine o sandal

Akşam oldumu yanıyor mangal

Seni özlüyor bütün fasıllar

Tadı yok yazın eskisi kadar


Fotoğraf : 01-10-2009 Antalya

Read On 0 yorum

İKİMİZ BİR FİDANIN GÜLLER AÇAN DALIYIZ

10/01/2009 02:01:00 ÖS
  İkimiz bir fidanın güller açan dalıyız


yola cikmiş ariyorum
kaybettigim aşkimi

sakın bana umit verme
seveceksen başkasini

bana toz pembe gorunmez
sensiz dunyam çok karanlik

beni senden daha fazla 
sevecek kimsem yok artık

ikimiz bir fidanin
guller acan daliyiz
sen benimle, ben seninle
bu hayati yaşamaliyiz
severek birbirimizi
hayatta hep gulmeliyiz

yaşamanin gayesini
seni sevince anladim

senden gelen her cefaya
bu canimi adadim


bil ki tahammul kalmadı
başka birini sevmene

sevme benden başkasini
razi degilsen olmeme

Fotoğraf: 29/09/2009 Antalya
Read On 0 yorum

NEYHANE

10/01/2009 01:53:00 ÖS

Dinle, bu ney nasıl şikayet ediyor, ayrılıkları nasıl anlatıyor:
Beni kamışlıktan kestiklerinden beri feryadımdan erkek, kadın... herkes ağlayıp inledi.
Ayrılıktan parça parça olmuş, kalb isterim ki iştiyak derdini açayım.
Aslından uzak düşen kişi,yine vuslat zamanını arar.
Ben her cemiyette ağladım, inledim. Fena hallilerle de eş oldum, iyi hallilerle de.
Herkes kendi zannınca benim dostum oldu ama kimse içimdeki sırları araştırmadı.
Benim esrarım feryadımdan uzak değildir, ancak (her) gözde, kulakta o nur yok.
Ten candan, can da tenden gizli kapaklı değildir, lakin canı görmek için kimseye izin yok.
Bu neyin sesi ateştir, hava değil; kimde bu ateş yoksa yok olsun!
Aşk ateşidir ki neyin içine düşmüştür, aşk coşkunluğundur ki şarabın içine düşmüştür.
Ney, dosttan ayrılan kişinin arkadaşı, haldaşıdır.
Onun perdeleri, perdelerimizi yırttı.
Ney gibi hem bir zehir, hem bir tiryak, ney gibi hem bir hemden, hem bir müştak kim gördü?
Ney kanla dolu olan yoldan bahsetmekte, Mecnun aşkının kıssalarını söylemektedir.
Bu aklın mahremi akılsızdan başkası değildir,
dile de kulaktan başka müşteri yoktur.
Bizim gamımızdan günler, vakitsiz bir hale geldi; günler yanışlarla yoldaş oldu.
Günler geçtiyse, geçip gitsin; korkumuz yok.
Ey temizlikte nazirı olmayan, hemen sen kal!
Balıktan başka her şey suya kandı, rızkı olmayana da günler uzadı.
Ham, pişkinin halinden anlamaz, öyle ise söz kısa kesilmelidir vesselam.
Read On 0 yorum

Followers

Söylenenler

Blogger tarafından desteklenmektedir.